18 Mart 2017 Cumartesi

ÖLÜMÜN SOĞUK SESİ - JANE CASEY

Neredeyse bir yıl olmuş kitap bloğumda paylaşım yapmayalı nasıl geçmiş bu kadar zaman ne kadar ihmal etmişim. Halbuki bir sürü kitap okudum bu süreçte ama bloglara alternatifler çoğalınca ilgi de bölünüyor tabii. İtiraf edelim artık blog modası o kadar revaçta değil. Halbuki ben çok seviyorum blogda yazmayı, biraz da moralle ilgili galiba, insanın morali bozuksa yazmak içinden gelmiyor. Bugün son okuduğum kitabı paylaşacnağım sizinle. Özellikle polisiye türünden hoşlananlar için tavsiye ediyorum Jane Casey'i.


,

Sarah ve Charlie kardeştirler. Charlie birgün oyun oynamak için dışarı gider ve bir daha geri dönmez. Aile perişandır, anne kendini alkole verir ve oğlunun yok olmasından kızı Sarah'ı sorumlu tutar. Charlie'nin odası onlar için bir mabeddir ve oraya kimse giremez.




Yıllar geçer Sarah öğretmen olur, eve dönerek alkolik annesiy
le beraber yaşamak zorunda kalır. Anne-kız kavgalarla yaşamlarını sürdürürken Sarah'ın öğrencisi olan Jenny Shephard kaybolur. Jenny 12 yaşındadır. Bir gün yürüyüş sırasında Sarah öğrencisinin cesedini evinin yakınındaki korulukta bulur. Artık bu cinayet araştırmasının içindedir , hatta kendisi hakkında şüpheler dahi vardır.





Konu çocuklar olunca bu da ülkemizin kanayan bir yarası olduğu için sanırım Türk okurseverler daha çok etkilenmişlerdir.
Bu arada yazar romanın bazı kısımlarına aşkı da karıştırmış. bu da romanın daha da merakla okunmasını sağlıyor.
Jane Casey ilk defa bu romanla adını duyduğum bir yazar. Polisiye romanları çok seven biri olarak dğer kitaplarını da alacağım kesin.



18 Ağustos 2016 Perşembe

KIRMIZI SAÇLI KADIN - ORHAN PAMUK




 Yaz ayları da gelince bloklar iyice ihmal ediliyor. Sıcaklar, ülkede meydana gelen tatsız olaylar yüzünden bir soğukluk geldi. İnşallah geçicidir, acaba sadece bende mi diye geziniyorum çoğu blok aynı durumda. Daha önce Orhan Pamuk kitaplarını zor okuduğumu yazmıştım ama son iki romanında durum değişti. Bence Pamuk'un tarzı da değişti. :)) Bugün son romanı Kırmızı Saçlı Kadını tanıtacağım.






Artık seviyorum Orhan Pamuk romanlarını. Gene çok değişik bir konuyu, değişik zamanlarda değişik yerlerde geçen olaylarla işlemiş. O kadar akıcı anlatıyor ki kitabı elinizden bırakamıyorsunuz.
Cem 1980 li yıllarda babası ve annesiyle İstanbul'da yaşamaktadır. Babası eczane işletmektedir ama ailesiyle arasında hep bir mesafe vardır. Babası bir gün eve gelmez annesini ağlarken gören Cem o zaman bu duruma pek anlam veremez. Sonunda annesi Cem'e babasının artık eve gelmeyeceğini söyler. Eczaneye bakacak kimse de olmayınca Cem iş aramaya başlar.




Önce bir kitapçıda işe girer ve bu işi çok sever. Fakat üniveriste sınavları için dershaneye gitmek zorunda da olduğundan daha iyi kazanç sağlayacağı kuyuculuk işine başlar. O dönemde kuyular kazılarak açıldığından bu iş zahmetli ve uzun sürecek bir iştir. Hayri bey Öngören'de tekstil fabrikası kuracaktır bunun için de suya ihtiyaç vardır. Kuyu kazma işi bu işin uzmanı olan Mahmut Usta'ya verilmiştir.






Ustanın çırağı Ali ve Cem kazıya başlarlar. Cem ustasıyla çok iyi anlaşır ve onu babası yerine koyar.Akşamları ustasıyla kasabaya inerler. Bu akşamlardan birinde Cem Kırmızı Saçlı Kadınla karşılaşır ve aşık olur. Sık sık kadını gördüğü yere gider ve uzaktan seyreder. Birgün orada bir tiyatro çadırı görür ve oraya davet edilir. Gördüğü Kırmızı Saçlı Kadın ve arkadaşları tiyatrocudur, üstelik kadın evlidir. Gene kadının evinin oraya gittiği bir gece kadının kocasının evde olmadığını öğrenir ve o gece kadınla beraber olurlar. 
Cem bundan sonra Kırmızı Saçlı Kadını unutamaz. Bu arada uzun bir süre geçmesine rağmen kuyuda su çıkmaz, Ali'de işi bırakır. Usta ve Cem artık çok daha zorlanmaktadır. Birgün tam paydos edeceklerken kuyunun yukarısından kova Mahmut Usta'nın üstüne düşer. Cem'de korkar, ustayı o vaziyette bırakıp kaçar, şehri terkeder.
Uzun zaman geçer Cem evlenir çok zengin bir müteahhit olur.

Sonu beklenmedik şekilde bitiyor belki okursunuz diye anlatmıyorum. Bu kitapta eskiden yaşadığımız hayal kırıklıklarının, ailevi sorunların, korkuların insan geleceğini nasıl etkilediğine şahit oluyoruz.

16 Haziran 2016 Perşembe

YÖRÜNGE - TESS GERRİTSEN




  Gene aylar olmuş  bir paylaşım yapmayalı. Bu arada hiç kitap okumadın mı diye sorarsanız tabii ki okudum ileriki zamada onları da paylaşırım. Bugün çok eski yıllarda piyasaya çıkan sonra tükenen Tess Gerritsen'in Yörünge adlı kitabını anlatmaya çalışacağım. Orjinal adı Gravity. Gerritsen'in benim okuduğum romanları arasında en merakla okunanı.









 

Uzay istasyonunda, uzayda geçen bir bilimkurgu, gerilim romanı. İçinde bir de dramatik aşk öyküsü barındırması daha da ilginç kılıyor kitabı. Bir virüsün uzaya, uzay istasyonuna gönderilmesi ile uzay aracında değişik belirtiler gösteren bir hastalık ortaya çıkar ve hepsi de sonunda ölümle sonuçlanır.









Böylece uzay aracındaki asıl amaç olan araştırma bir tarafa bırakılır, yerçekiminin olmadığı bir ortamda araçtakiler tamamen bu virüsle mücadele etmeye başlarlar. Yazarın bu romanı yazmadan önce uzay yolculukları, orada yaşanabilecek problemler, insanların psikolojik durumları hakkında inanılmaz bir araştırma yaptığını görüyoruz. Bilimkurgu ile yaşamdaki ilişkileri, duygusal yaklaşımları birleştirmesi yazarın zaten bildiğimiz özellikleri. Bu romanda da bunu yoğun bir şekilde görüyoruz. Bu türden hoşlanıyorsanız mutlaka okuyun. Zaten Tess Gerritsen'e bir başlarsanız tiryaklik yapıyor.

Gerritsen bilindiği gibi Amerikalı ama Çin asıllı. Gerilim konulu birçok ödüllü kitabı var. Ben bu kitapların hepsini aynı derecede sevemiyorum. Bazılarının ticari kaygıyla üstünkörü yazıldığını düşünüyorum.






Ama bütün kitaplarında araştırmacılığı müthiş.













Hangi konuda yazsa, özel hayatında da o konunun uzmanı olarak düşünüyorsunuz.


27 Mart 2016 Pazar

TERS DÜZ - MERT OFLUOĞLU



 Mert , Kafadergi bloğunun yazarı uzun süredir tanıdığımız, ilgi ile takip ettiğimiz birisi. Kitabının çıkacağını ilk öğrendiğim zaman çok heyecenlanmış ve de çok sevinmiştim. Hatta teşvik etmek amaçlı baskı bile uygulamıştım ikide bir son durumu sorarak. Nihayet bir süre önce kitabı çıktı, d&r lara ilk geldiği günde hemen aldım ama o sırada Ahmet Ümit'in son romanına başlamak üzere olduğumdan kitabın okunmaya başlanması uzun bir süre aldı.





Burada Mert'i kutluyorum uzun zamandır bir kitabı iki günde bitirmemiştim. İki sene çıkmasını beklediğim Ahmat Ümit kitabını okurken resmen hayal kırıklığı yaşadım çünkü kendi tarzı dışında tamamen tarih anlatan bir kitap, tarihi de hiç sevmeyen biri olarak sevemedim o kitabı. Böyle olunca da neredeyse iki ay sürdü bitmesi. 







Hemen Mert'in kitabına başladım. O kadar sürükleyici bir polisiye ki elinizden bırakamıyorsunuz. Hele son kısımları tam bir heyecan kasırgası. Dediğim gibi iki günde bitti. Kitabın devamının yakında çıkacağı müjdesini de bloğunda öğrendim ve sabırsızlıkla bekliyorum.





Kitabın ana kahramanı olan Ece Trabzon'un Bozbalık köyünde doğmuştur. On yaşına geldiğinde üvey annesi yüzünden İstanbul'a teyzesinin yanına taşınır. Yıllar sonra artık tanınmış bir yazardır ve geçmişini tamamen unutmuştur. Ama amcasından aldığı babasının kayıp haberi bütün yaşamını altüst eder. Bozbalık''a babasını bulmak ümidiyle gider ve gerçeklerle yüzyüze gelir. Burada kardeşleriyle tanışır, birçok sır perdesinin içinde kalır. Romanın son kısmı müthiş heyecanlı. Mutlaka okumanızı öneriyorum.

Kitap Altın Bilek yayınlarından çıktı.

19 Mart 2016 Cumartesi

ELVEDA GÜZEL VATANIM - AHMET ÜMİT



Çok kötü günler geçiriyoruz ülke olarak, yapacak bir şey de yok. İstiklal Caddesinde her iki kişiden biri sivil polis son günlerde ama adam geliyor caddenin tam göbeğinde bombayı patlatıyor. Alman hükümetinin bile haberi var üstelik yapacak olanın kimliği, fotografı ile ama biz sadece izliyoruz olayları. Neyse bu arada günlük yaşamı devam ettirmek zorundayız yoksa terörün esiri durumuna düşeriz.






Bir Ahmet Ümit kitabının bu kadar uzun süre elimde oradan oraya sürükleneceğini düşünmezdim. Oysa Tunca daha kitap piyasaya çıkmadan Ahmet Ümit'in tanıtımında alıp getirmişti ve bir Ahmet Ümit hastası olarak  uzun bir aradan sonra çıkan bu kitaba çok sevinmiştim. Ama bildiğimiz Ahmet Ümit polisiyelerinden çok değişik bir tarz. Tarihi bir dönem romanı.





Bu da açıkcası Tarihi sevmeyen biri olarak kitabı bitirdim ama sırf Ahmet Ümit hatırına. :)))) Ama eğer Tarih ilgi alanınızsa mutlaka çok severek ve merakla okursunuz çünkü çok da önemli bir oluşumu anlatıyor. "İttihat ve Terakki Cemiyeti" nin oluşumunu, yükselişini, tarihimizdeki çok önemli yerini öğreniyoruz.






Romanda ana karekter olan Şehsuvar Sami  annesi ile Selanik'te yaşamaktadır.Yahudi olan sevgilisi Ester, Ester'in dayısı Mösyö Leon diğer önemli karekterler. Şehsuvar Galatasaray Lisesini bitirmiş, Fransızcayı çok iyi konuşan biridir ve aklında hep Fransız Devrimi vardır. Bu arada Osmanlı İmparatorluğu Sultan Abdülhamit'le tamamen çöküşe geçmiştir. Şehsuvar meşrutiyet aşkıyla İttihat ve Terakki Cemiyetine katılır, bu devamlı dolaşması demektir. Buna katlanamayan Ester Fransa'ya gider ve oraya yerleşir.
Şehsuvar Sami Cemiyet içinde hırsıyla sevilir ve önemli görevler alan bir tetikçiye döner. Bir taraftan büyük aşk yaşadığı Ester'in yanına gitmek istese de, diğer taraftan vatan aşkıyla Cemiyetteki görevine devam eder. Bu süreç içinde Şehsuvar Sami ölüm korkusuyla Pera Palas otelinde kalmaktadır ve gidip gitmeyeceği belli olmamasına rağmen hergün Ester'e mektup yazar ve durumları anlatır.






Kitabın en sevdiğim kısmı son sayfalarıydı. Şimdi size o sayfalardan alıntılar aktarıyorum.

" Ölüm şehirlerimizi kaybetmekle başlar, vatanımızı kaybetmekle neticelenir."

" Sahi nedir vatan? Bir toprak parçası mı, uçsuz bucaksız denizler, derin göller, yalçın dağlar, verimli ovalar, yemyeşil ormanlar, kalabalık şehirler, tenha köyler mi? Hayır, bütün bunların ötesinde bir anlam taşır vatan. Ne sadece toprak parçası, ne su havzaları, ne ağaç silsilesi...  Annemizin şefkati, babamızın saçlarına düşen ak, ilk aşkımız, doğan çocuğumuz, dedelerimizin mezarlarıdır vatan... Vatanı olmayan insanın hayatı da olmaz."

Benim bildiğim Ahmet Ümit romanı değildi.Bütün kitaplarını hem de defalarca okumuş biri olarak Başkomiser Nevzat'ı, Nevzat'ın sevgilisi Evgania'yı, onun işlettiği Tatavla Meyhanesini, hatta gizemli kütüphaneleri, burada bulunan cesetleri, uşakların bu cinayetlerdeki rollerini aradım.

23 Ekim 2015 Cuma

KAFAMDA BİR TUHAFLIK - ORHAN PAMUK



Nedense 2 yazardan hiç hoşlanamadım.Selim İleri ve Orhan Pamuk. Bazen okumak istedim kitaplarını aldım, öngarılı oluşum yüzünden okuyamadım hatta ne anlatmaya çalıştıklarını dahi anlayamadım. Ama birçok kişi Orhan Pamuk'un son romanı "Kafamda bir Tuhaflık" ın çok değişik ve anlaşılabilir olduğunu söyleyince kitabı aldım ve bir solukta okudum.





Kitap boza satıcısı Mevlüt'ün yaşamı, akrabaları, maceraları, hayalleri üzerine kurgulanmış ve 1969-2012 İstanbul'unda geçiyor.
Mevlüt Konya'da doğar ve uzun seneler köyünden çıkmaz. Babası Mustafa geçim sıkıntısı yüzünden İstanbul'a çalışmaya giderken Mevlüt'e onu İstanbul'a getireceğine dair söz verir ama bir türlü çağırmaz. Bu arada köyün bütün delikanlıları, amca oğulları Korkut ve Süleyman'da İstanbul'a gitmişlerdir. Mevlüt 12 yaşına geldiğinde hem okumak, hem de çalışmak için İstanbul'un yolunu tutar.








Mevlüt'te kendisinin bile anlam veremediği bir tutukluk vardır. Biz kitabı okurken bu durumu Mevlüt'ün saflığına veriyoruz. Mevlüt İstanbul'da günddüzleri babasıyla yoğurt, akşamları da boza satmaktadır. Ayrıca okula da devam ettiğinden bu çok yorucudur.







Bir gün Alevi olan Ferhat'la tanışır ve beraber"Kısmet" satmaya başlarlar. Ülkedeki siyasi karışıklık yüzünden amcaoğulları Ferhat'la arkadaşlık etmesini istemezler. 1980 darbesi sonrasında Mevlüt okulu bırakmak zorunda kalır. Babasıyla görüş ayrılıkları gittikçe artmaktadır, babası yazın köye giderken onunla gitmez, İstanbul'da çalışmaya devam eder.
Artık 25 yaşına gelmiştir. Korkut'un düğününe babası şiddetle karşı çıkmasına rağmen gider. Düğünde gelinin kardeşi Semiha ile göz göze gelmesi Mevlüt'ün yaşamını değiştirir ve kıza deli gibi aşık olur. Yıllarca Semiha'ya mektup yazar hatta bu durum askerde bile devam eder.
Askerden sonra kuzeni Süleyman'ın yardımıyla Semiha'yı kaçırır. Ama Süleyman onu kandırmıştır, kaçırdığı kız Semiha değil, onun daha çirkin olan ablası Vediha'dır. Süleyman düğünde göz göze geldiği kızın adının Vediha olduğunu söylemiştir, bütün mektuplarda Vediha'ya gitmiştir. Mevlüt mecburen Vediha ile evlenir ve onu sevmeye başlar. Kızın babasının da affetmesiyle düğünleri olur. Artık yoğurt marketlerde satıldığından Mevlüt dondurma satmaya başlar. Akşamları da boza satmaya devam eder.







Kısa zamanda 2 kız çocukları olur. O sıralarda Semiha İstanbul'a gelmiş ve Süleyman'la evlenmek üzere Vediha'nın evine yerleşmiştir. Ama Mevlüt'ün arkadaşı Ferhat Semiha'yı kaçırır. Bu durum Süleyman'ı delirtir ve gider pavyonda çalışan bir kadınla evlenir ve 2 oğlu olur.

Ferhat ve Semiha başlarda maddi zorluklar çekmelerine rağmen Ferhat'ın üniversiteyi bitirmesiyle rahatlarlar. O sıralarda Mevlüt bir büfeye müdür olarak girer ama büfe çalışanlarının kumpası yüzünden işyeri kapanır. Vediha hamile kalır, kendi yöntemiyle çocuğu düşürmeye çalışırken ölür, kısa süre sonra da Ferhat öldürülür. Akrabalarının israrı ile Mevlüt ve Semiha evlenirler. Babadan kalan Duttepe'de bir apartman yapmalarına rağmen çok sevdiği boza işini bırakmaz.


Yazarını bilmeden okusam Orhan Pamuk romanı olacağını düşünmem bile. Sosyal konuların ağırlıkta olduğu, halkın anlatıldığı gerçekçi bir roman. Tek solukta okunuyor, tavsiye ederim.


Arka Kapak :




Kafamda Bir Tuhaflık hem bir aşk hikâyesi hem de modern bir destan. Orhan Pamuk'un üzerinde altı yıl çalıştığı roman, bozacı Mevlut ile üç yıl aşk mektupları yazdığı sevgilisinin İstanbul'daki hayatlarını hikâye ediyor. 1969 ile 2012 arasında, kırk yılı aşkın bir süre Mevlut, İstanbul sokaklarında yoğurtçuluk, pilavcılık, otopark bekçiliği gibi pek çok iş yapar. Bir yandan sokakların çeşit çeşit insanla dolmasını, şehrin büyük bölümünün yıkılıp yeniden inşa edilmesini, Anadolu'dan gelip zengin olanları izler; diğer yandan ülkenin içinden geçtiği dönüşümlere, siyasi çatışmalara, darbelere tanık olur. Onu başkalarından farklı kılan şeyin, kafasındaki tuhaflığın kaynağını hep merak eder. Ama kış akşamları boza satmaktan ve sevgilisinin aslında kim olduğunu düşünmekten hiç vazgeçmez. 

Aşkta insanın niyeti mi daha önemlidir, kısmeti mi? Mutluluk veya mutsuzluğumuz bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa bizim dışımızda mı gelişip başımıza gelirler? Kafamda Bir Tuhaflık bu sorulara cevap ararken aile hayatıyla şehir hayatının çatışmasını, kadınların ev içlerindeki öfke ve çaresizliklerini resmediyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Türkçe
480 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 14 x 21 cm 
İstanbul, 2014
ISBN : 9789750830884

10 Ağustos 2015 Pazartesi

KONSTANTİNİYYE OTELİ - ZÜLFÜ LİVANELİ



Ne kadar çok olmuş paylaşım yapmayalı. Yaz aylarında nedense böyle oluyor, insana bir tembellik çöküyor. Bir Livaneli romanıyla dönüş yapıyorum bloğuma. Aslında çok yerde paylaşıldı, anlatıldı, yorumlar yapıldı ama Zülfü Livaneli çok yönlü kişiliğiyle önemli bir isim, ben de paylaşmadan edemedim.






Livaneli İstanbul'un farklı kesimlerinden birçok insanı bir otelin lobisinde topluyor, hepsini tek tek bilinmeyen yönleriyle bizlere anlatıyor. Bir masal imparatorluğu olan İstanbul'u ; Osmanlı'yı, Bizans'ı, Roma'yı da içine alarak anlatıyor. Okudukça romandaki karekterlerin aslında kim olduklarını tahmin ediyorsunuz. Ana karekter Zehra. Otelin açılışından sorumlu ve patronun sağ kolu. Açılış organizasyonunu o yapıyor ve 1 no.lu masada en önemli kişiler olacak şekilde masa numaraları artıyor, arttıkça da oturanların statülerinin azaldığını ve bunun da memnuniyetsizlik yarattığını görüyoruz.





Otelin ortağı çok zengin bir Rus. Aslında hepsinin özel yaşamında, geçmişinde büyük bir dram yatıyor. Patronun çocukları ve eşiyle problemleri, ünlü bir gazetecinin gerçek yüzü, belediye başkanlarının kirli işlerle yaptıkları servetler, hakimlerin çok etkileyici meslek yaşamları. Bu arada yazarımız otelde çalışan garsonları da anlatıyor. Romanı okuduğunuz zaman ta Bizans ve Roma''dan beri İstanbul'da benzer karekterde insanların benzer yaşam hikayeleri olduğunu şaşırarak görüyoruz.

Bu romanda beni en çok etkileyen karekter Zehra'nın da sevgilisi olan yazar olmak çabasındaki otelin DJ'i Emre oldu.Emre çok iddialı olarak bir roman yazıyor ama yazdığı kitap yayınevi tarafından kabul edilmiyor. Emre bunu kabul etmeyen Edebiyat öğretmeninden intikam almak istiyor. Öğretmeni takip ederken Türk romanları okuduğunu görüyor ve o da aynı kitapları alıp okuyor. O zaman batılı yazarları taklit ettiğini fark ediyor ve kendini sorgulamaya başlıyor.






Bu arada Gezi olayları gibi, Güneydoğu dramı gibi, İstanbul'daki rant kavgaları gibi olaylara da göndermeler yapılıyor.
Yazar hayvanları da unutmamış. Hele İstanbul'da yaşayan binlerce köpeğin toplatılarak bir adaya götürülüp güneşin altında bırakılması, hayvanların aç ve susuz kavrularak ölürlerken ki haykırışlarının İstanbul'un her yerinden günlerce duyulması tam bir dram.

Burada bir itiraf. Her zaman bir çırpıda okuyup bitirdiğim Livaneli romanlarına göre bu kitabı okumam çok uzun sürdü. Bilemiyorum neden ama kitaba kendimi veremedim. Tabii ki mutlaka okunması gerek en başta yazarından dolayı.