23 Haziran 2014 Pazartesi

İSTANBUL'U YENİDEN KEŞFETMEK ( 2 ) TOPKAPI SARAYI BÖLÜM 1



Bu paylaşımda da Topkapı sarayını anlatmaya çalışacağım. Mutlaka çoğunuz görmüş, gezmiş ve bilgi sahibisinizdir. Gene de arada hatırlamamız gereken muhteşem bir yer. Saraydan çok, kendi iç düzenekleriyle bir şehir.






Gezimize yukarıda görülen Bab-ı humayun kapısından giriyoruz. Dünyada günümüze gelen sarayların en eskisi Topkapı Sarayı. Atatürk'ün emri ile 1924 den beri müze olarak kullanılıyor. Saray 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış daha sonra ihtiyaçlara göre devamlı genişlemiş. Dolmabahçe'nin yapılmasına kadar 380 yıl imparatorluk sarayı olarak kullanılmış.





Saray sadece iç unsurlarıyla değil, neredeyse İstanbul'un her yerini gören manzarasıyla da muhteşem. 
Bab-ı humayün kapısından Birinci Avlu'ya giriyoruz. Burası halka açık tek alan.





 Avluya girince sol tarafımızdaki ilk bina eski karakol binası. Bugün onarılmış ve restoran olarak kullanılıyor.






Karakol binasından sonra yukarıda gördüğünüz Aya İrini Kilisesi çıkıyor karşımıza. Bizans'tan kalan en eski yapı. Bugün kilise olarak kullanılmıyor, ziyarete de kapalı. Akustiği çok iyi olduğundan bazen konserler oluyor. Aya İrini bir insan ismi değil, "kutsal huzur" anlamına geliyormuş.






Saraya doğru yürüdüğümüz zaman sağda Cellad Çeşme'sini görüyoruz. Eskiden çeşmenin arkasında cellatların barındıkları yerler varmış. Osmanlı'da adam asmak, boğmak, kelle koparmak cezaları olduğunu biliyoruz. Bu infazlar bu çeşmenin ön tarafında icra edilirmiş. Cellatlar kanlı baltalarını ve ellerini bu çeşmede yıkar, kestikleri kafaları da çeşmenin sağ ve sol yanında bulunan taşların üzerinde teşhir ederlermiş. Burası önemli çünkü görülüyor ki idam yeterli sayılmıyor bir de teşhir ediliyor. Cellatların sağır ve dilsiz olması tercih ediliyormuş.










Büyük bahçede yürümeye devam ediyoruz ve Bab-üs-selam kapısına ulaşıyoruz. Sarayın en ihtişamlı kapısı bu. Bu kapıdan geçenlerin yerlere kadar eğilerek selam vermeleri gerekiyor. Bu kapıdan geçince saraya ve müzeye girmiş oluyoruz. Bu arada belirteyim müzekartla giriş yapabiliyorsunuz. Sadece Harem'e girerken ücretli . Bu kapının bir özelliği de burada sadece padişahın atla geçebilmesi.
Bab-üs- selam'dan girdikten sonra sarayın bölümlerine doğru beş yol var. En sağdaki yol dünyanın en zengin çini koleksiyonlarından birisinin sergi alanı olan Saray Mutfakları'na gidiyor. Ortadaki yol Bab-üs-sa'deye, onun solundaki üçüncü yol divanın toplandığı Kubbealtı'na, dördüncüsü haremin girişine ve en soldaki beşinci yol ise sarayın ahırlarına gidiyor.







Yukarıda Divan'ın toplandığı Kubbealtı. Divan'a ilk önceleri padişahlar başkanlık etmiş, daha sonra bu görev sadrazamlara verilmiş.












Yukarıda Divan'ın içinden görüntüler. Divan'daki toplantılara sadrazam, vezirler, kazaskerler katılırmış. Padişah başkanlık edermiş. Daha sonra padişahın toplantıları küçük bir kafesten takip etmesi uygun görülmüş. Divanda, toplantılar bire bir tutanağa geçirilir, alınan kararlar hemen yazılırmış. Sonra bu karar padişaha arz edilirmiş.
Divan'ın olduğu avlu Fatih zamanında düzenlenmiş, Kanuni'de görkemli bir hale getirmiş. Burada yılda dört kere ulufe törenleri yapılırmış. Yani yeniçerilere üç ayda bir yapılan maaş ödemesi. Törenin muhteşemliğini görsünler diye yabancı elçiler de çağırılırmış. Böyle günlerde bazen on beş bin kişiye yemek pişirilirmiş.

İkinci Avlu'nun solunda kubbealtından hareme ve has odaya giden yola " Altın Yol" deniyor. Burada padişah haremdeki kadınlara altın dağıtırmış.
Üçüncü avlunun giriş kapısı, "Bab-üs-sade yani Saadet, Mutluluk Kapısı.









İlk önce karşımıza Arz Odası çıkıyor. Divan üyeleri, divan toplantılarında alınan kararları uygulayabilmek için padişaha burada arz ederlermiş. Bu kapıyı Akağalar beklermiş. Akağalar, Rumeli ve Anadolu'dan getirilen ve hadım edilen saray hizmetlilerine denirmiş.










Topkap Saray'ı öyle bir postta anlatılacak bir yer değil. Onun için bu yazıya devam edeceğim ileriki günlerde. Sizi Saray'ın manzaralarıyla başbaşa bırakıyorum. Bu arada içeride Konyalı Restoran'ın bir yeri var. Önündeki listeye bakın girmeden önce, sonra zaten girmezsiniz. Bir porsiyon döner 60 tl. örneğin. :))

17 Haziran 2014 Salı

İSTANBUL'U YENİDEN KEŞFETMEK ( 1 )





İstanbul doğasıyla, tarihi dokusuyla, kültürüyle, karışıklığıyla dünyanın en önemli şehirlerinden birisi.  O kadar büyük ve karışık bir şehir ki ne kadar gezerseniz gezin, ne kadar bilirseniz bilin gene de görmediğiniz bir yerler mutlaka kalır. Bir de İstanbul deyince Boğaz ve Nışantaşı'nı bilenler var sadece onlar zaten umutsuz vaka. Çoğu tarihi yerlerini eskiden gezmiştik ama bir daha gezmeye değer yerlerini görmeye, yani İstanbul'u yeniden keşfetmeye karar verdik. Yazarı Ayşegül Kaya olan " İstanbul Bitmeden" adlı nefis bir rehber kitap var. O kitabı elimize aldık ve Sultanahmet Meydan'ına geldik.

Karşımızda bütün heybetiyle Sultanahmet Camii. I. Ahmet yaptırmış. Benim en sevdiğim padişah. Çünkü "kardeş katli" kanunnamesini kaldırtmış.











I. Ahmet bu camii yaptırdıktan kısa süre sonra 27 yaşında ölmüş. İlk defa bir padişah savaş ganimetleriyle değil, Osmanlı İmparatorluğu bütçesinden ayrılan parayla bir camii yaptırmış. Ama buna halk küsmüş ve 2 yıl bu camiye uğramamış. Bir özelliği de 6 minareli tek camii olması. O zamana kadar 6 minareli tek camii Mekke camisiymiş. Bunun için I. Ahmet küstahlıkla suçlanıyor o da gitmiş Mekke camisine 7. minareyi yaptırmış. Sultanahmet Camisi, sedef kakmalı kapısı, mavi çinileri, mermer mihrabı ile bir başyapıt. I. Ahmet Sultanahmet Cami'sinin avlusundaki türbede yatıyor.








Tekrar meydana çıkıyoruz. Solda yeşil kubbeli Alman Çeşme'sini görüyoruz. Alman İmparatoru  II. Wilhelm II. Abdülhamit'e hediye etmiş.  Wilhelm hediye etmiş ama İstanbul'a ilk gelişinde Osmanlı Ordusuna Alman tüfeklerinin satışını, ikinci gelişinde de İstanbul-Bağdat demiryolunun Alman firmalarına verilmesini sağlamış. :))
Tekrar meydan da dolaşmaya başlıyoruz. Havuzun olduğu bir alan karşımıza çıkıyor. Burada ahali, sıradan insanlar yargılanır ve idam edilirmiş. 1965 yılına kadar burada idamlar gündüz ve halk önünde devam etmiş. Bu tarihte çıkan bir yasa ile gece ve cezaevlerinde yapılmış.








Geliyoruz sütunlara. Bugünlere ulaşabilen üç adet sütun kalmış.Mısır Obeliski, Örme Sütun, Yılanlı sütun. Yukarıda görülen Mısır Diklitaşı Mısır Firavunu III. Tutmosos için yapılmış. İstanbul'un en eki eserlerinden biri. Nasıl getirildiği günümüze kadar anlaşılamamış ama Karnak'tan İstanbul'a getiriliyor ve Hipodrum'a dikiliyor. Hatta daha da uzunmuş zamanla kırılmış. Sütun pembe granitten yapılmış, üzerinde de hiyeroglif yazılar var.







Sütun buraya yerleştirilirken altına yukarıda gördüğünüz kabartmalı kaide yerleştirilmiş. Bu kabartmalarda imparatorluk locasının görünümü, törenin nasıl yapıldığı gösterilmiş.






Yukarıda birbirine dolanmış üç yılanın bedeninden oluşan Yılanlı Sütun'u görüyoruz. Yapıldığı tarih bilinmiyor. İmparator Konstantin tarafından Delphi şehrindeki Apollon Tapınağı'ndan getirildiği sanılıyor. eskiden Yılanlı Sütunun başları üzerinde altından bir sacayağı, bu sacayağının üzerinde de altın bir kazan varmış. Bu kazanın ne olduğu bilinmiyor. :( Rivayete göre bizans döneminde yarışmaların, kutlamaların yapıldığı günlerde sütundaki yılanların birinin ağzından süt, diğerinden su, birinden de şarap akarmış. 17. yüzyılın sonlarına doğru yılanların başları da yok olmuş.






Örme sütun 32 metre yükseklğinde, kimin yaptırdığı bilinmiyor ama VII: Konstantin tarafından onarılmış. Kesme taşlardan her birinin Anadolu'nun değişik yörelerinden toplanarak inşa edildiğine göre bir rivayet var. Bir inanışa göre Örme Sütunun içinde çok güçlü bir mıknatıs varmış. Bu muknatıs, İstanbul'u depremlerden koruyormuş. Bu sutun ayakta kaldığı sürece, kıyamete kadar da kenti depremlerden koruyacakmış. Yani olması beklenen büyük İstanbul depreminden korkmamıza gerek yok. :))












Ayasofya Camisi'nin duvarlarının bitiminde karşımıza bütün heybetiyle Hürrem Sultan Hamamı çıkıyor. Hürrem'i artık tanımayanımız yok. :)) Osmanlı İmparatoluğu'nda ismini "özel" olarak yazdırmış, ismi İstanbul'da bir semte (Haseki) verilmiş. Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi, Osmanlı tarihinde hiçbir kaynak olmamasına rağmen dedikodusu en çok yapılan kadın. Hürrem Sultan İstanbul'un en büyük hamamını büyük mimar Sinan'a yaptırtmış. 1556 yılında tamamlanmış ve çifte hamam olarak inşa edilmiş. Eskiden yerinde bir Bizans hamamı varmış. Harap halde olan hamam onarılarak Kültür Bakanlığına verilmiş ve halı satışı için kullanılmaya başlanmış. 2010 yılından itibaren gene hamama dönüştürülmüş.
Bundan sonraki postun konusu Osmanlı İmparatorluğu'nun muhteşem sarayı Topkapı.