23 Ekim 2015 Cuma

KAFAMDA BİR TUHAFLIK - ORHAN PAMUK



Nedense 2 yazardan hiç hoşlanamadım.Selim İleri ve Orhan Pamuk. Bazen okumak istedim kitaplarını aldım, öngarılı oluşum yüzünden okuyamadım hatta ne anlatmaya çalıştıklarını dahi anlayamadım. Ama birçok kişi Orhan Pamuk'un son romanı "Kafamda bir Tuhaflık" ın çok değişik ve anlaşılabilir olduğunu söyleyince kitabı aldım ve bir solukta okudum.





Kitap boza satıcısı Mevlüt'ün yaşamı, akrabaları, maceraları, hayalleri üzerine kurgulanmış ve 1969-2012 İstanbul'unda geçiyor.
Mevlüt Konya'da doğar ve uzun seneler köyünden çıkmaz. Babası Mustafa geçim sıkıntısı yüzünden İstanbul'a çalışmaya giderken Mevlüt'e onu İstanbul'a getireceğine dair söz verir ama bir türlü çağırmaz. Bu arada köyün bütün delikanlıları, amca oğulları Korkut ve Süleyman'da İstanbul'a gitmişlerdir. Mevlüt 12 yaşına geldiğinde hem okumak, hem de çalışmak için İstanbul'un yolunu tutar.








Mevlüt'te kendisinin bile anlam veremediği bir tutukluk vardır. Biz kitabı okurken bu durumu Mevlüt'ün saflığına veriyoruz. Mevlüt İstanbul'da günddüzleri babasıyla yoğurt, akşamları da boza satmaktadır. Ayrıca okula da devam ettiğinden bu çok yorucudur.







Bir gün Alevi olan Ferhat'la tanışır ve beraber"Kısmet" satmaya başlarlar. Ülkedeki siyasi karışıklık yüzünden amcaoğulları Ferhat'la arkadaşlık etmesini istemezler. 1980 darbesi sonrasında Mevlüt okulu bırakmak zorunda kalır. Babasıyla görüş ayrılıkları gittikçe artmaktadır, babası yazın köye giderken onunla gitmez, İstanbul'da çalışmaya devam eder.
Artık 25 yaşına gelmiştir. Korkut'un düğününe babası şiddetle karşı çıkmasına rağmen gider. Düğünde gelinin kardeşi Semiha ile göz göze gelmesi Mevlüt'ün yaşamını değiştirir ve kıza deli gibi aşık olur. Yıllarca Semiha'ya mektup yazar hatta bu durum askerde bile devam eder.
Askerden sonra kuzeni Süleyman'ın yardımıyla Semiha'yı kaçırır. Ama Süleyman onu kandırmıştır, kaçırdığı kız Semiha değil, onun daha çirkin olan ablası Vediha'dır. Süleyman düğünde göz göze geldiği kızın adının Vediha olduğunu söylemiştir, bütün mektuplarda Vediha'ya gitmiştir. Mevlüt mecburen Vediha ile evlenir ve onu sevmeye başlar. Kızın babasının da affetmesiyle düğünleri olur. Artık yoğurt marketlerde satıldığından Mevlüt dondurma satmaya başlar. Akşamları da boza satmaya devam eder.







Kısa zamanda 2 kız çocukları olur. O sıralarda Semiha İstanbul'a gelmiş ve Süleyman'la evlenmek üzere Vediha'nın evine yerleşmiştir. Ama Mevlüt'ün arkadaşı Ferhat Semiha'yı kaçırır. Bu durum Süleyman'ı delirtir ve gider pavyonda çalışan bir kadınla evlenir ve 2 oğlu olur.

Ferhat ve Semiha başlarda maddi zorluklar çekmelerine rağmen Ferhat'ın üniversiteyi bitirmesiyle rahatlarlar. O sıralarda Mevlüt bir büfeye müdür olarak girer ama büfe çalışanlarının kumpası yüzünden işyeri kapanır. Vediha hamile kalır, kendi yöntemiyle çocuğu düşürmeye çalışırken ölür, kısa süre sonra da Ferhat öldürülür. Akrabalarının israrı ile Mevlüt ve Semiha evlenirler. Babadan kalan Duttepe'de bir apartman yapmalarına rağmen çok sevdiği boza işini bırakmaz.


Yazarını bilmeden okusam Orhan Pamuk romanı olacağını düşünmem bile. Sosyal konuların ağırlıkta olduğu, halkın anlatıldığı gerçekçi bir roman. Tek solukta okunuyor, tavsiye ederim.


Arka Kapak :




Kafamda Bir Tuhaflık hem bir aşk hikâyesi hem de modern bir destan. Orhan Pamuk'un üzerinde altı yıl çalıştığı roman, bozacı Mevlut ile üç yıl aşk mektupları yazdığı sevgilisinin İstanbul'daki hayatlarını hikâye ediyor. 1969 ile 2012 arasında, kırk yılı aşkın bir süre Mevlut, İstanbul sokaklarında yoğurtçuluk, pilavcılık, otopark bekçiliği gibi pek çok iş yapar. Bir yandan sokakların çeşit çeşit insanla dolmasını, şehrin büyük bölümünün yıkılıp yeniden inşa edilmesini, Anadolu'dan gelip zengin olanları izler; diğer yandan ülkenin içinden geçtiği dönüşümlere, siyasi çatışmalara, darbelere tanık olur. Onu başkalarından farklı kılan şeyin, kafasındaki tuhaflığın kaynağını hep merak eder. Ama kış akşamları boza satmaktan ve sevgilisinin aslında kim olduğunu düşünmekten hiç vazgeçmez. 

Aşkta insanın niyeti mi daha önemlidir, kısmeti mi? Mutluluk veya mutsuzluğumuz bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa bizim dışımızda mı gelişip başımıza gelirler? Kafamda Bir Tuhaflık bu sorulara cevap ararken aile hayatıyla şehir hayatının çatışmasını, kadınların ev içlerindeki öfke ve çaresizliklerini resmediyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Türkçe
480 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 14 x 21 cm 
İstanbul, 2014
ISBN : 9789750830884

10 Ağustos 2015 Pazartesi

KONSTANTİNİYYE OTELİ - ZÜLFÜ LİVANELİ



Ne kadar çok olmuş paylaşım yapmayalı. Yaz aylarında nedense böyle oluyor, insana bir tembellik çöküyor. Bir Livaneli romanıyla dönüş yapıyorum bloğuma. Aslında çok yerde paylaşıldı, anlatıldı, yorumlar yapıldı ama Zülfü Livaneli çok yönlü kişiliğiyle önemli bir isim, ben de paylaşmadan edemedim.






Livaneli İstanbul'un farklı kesimlerinden birçok insanı bir otelin lobisinde topluyor, hepsini tek tek bilinmeyen yönleriyle bizlere anlatıyor. Bir masal imparatorluğu olan İstanbul'u ; Osmanlı'yı, Bizans'ı, Roma'yı da içine alarak anlatıyor. Okudukça romandaki karekterlerin aslında kim olduklarını tahmin ediyorsunuz. Ana karekter Zehra. Otelin açılışından sorumlu ve patronun sağ kolu. Açılış organizasyonunu o yapıyor ve 1 no.lu masada en önemli kişiler olacak şekilde masa numaraları artıyor, arttıkça da oturanların statülerinin azaldığını ve bunun da memnuniyetsizlik yarattığını görüyoruz.





Otelin ortağı çok zengin bir Rus. Aslında hepsinin özel yaşamında, geçmişinde büyük bir dram yatıyor. Patronun çocukları ve eşiyle problemleri, ünlü bir gazetecinin gerçek yüzü, belediye başkanlarının kirli işlerle yaptıkları servetler, hakimlerin çok etkileyici meslek yaşamları. Bu arada yazarımız otelde çalışan garsonları da anlatıyor. Romanı okuduğunuz zaman ta Bizans ve Roma''dan beri İstanbul'da benzer karekterde insanların benzer yaşam hikayeleri olduğunu şaşırarak görüyoruz.

Bu romanda beni en çok etkileyen karekter Zehra'nın da sevgilisi olan yazar olmak çabasındaki otelin DJ'i Emre oldu.Emre çok iddialı olarak bir roman yazıyor ama yazdığı kitap yayınevi tarafından kabul edilmiyor. Emre bunu kabul etmeyen Edebiyat öğretmeninden intikam almak istiyor. Öğretmeni takip ederken Türk romanları okuduğunu görüyor ve o da aynı kitapları alıp okuyor. O zaman batılı yazarları taklit ettiğini fark ediyor ve kendini sorgulamaya başlıyor.






Bu arada Gezi olayları gibi, Güneydoğu dramı gibi, İstanbul'daki rant kavgaları gibi olaylara da göndermeler yapılıyor.
Yazar hayvanları da unutmamış. Hele İstanbul'da yaşayan binlerce köpeğin toplatılarak bir adaya götürülüp güneşin altında bırakılması, hayvanların aç ve susuz kavrularak ölürlerken ki haykırışlarının İstanbul'un her yerinden günlerce duyulması tam bir dram.

Burada bir itiraf. Her zaman bir çırpıda okuyup bitirdiğim Livaneli romanlarına göre bu kitabı okumam çok uzun sürdü. Bilemiyorum neden ama kitaba kendimi veremedim. Tabii ki mutlaka okunması gerek en başta yazarından dolayı.

29 Mart 2015 Pazar

DEVİR - ECE TEMELKURAN



Roman sekiz yaşlarındaki Ali ve Ayşe'nin ağzından anlatılıyor.12 Eylül öncesi ülkenin içinde bulunduğu anarşik ortamın bu çocukları nasıl etkilediği onların duygularıyla, benzetmeleriyle çok güzel anlatılmış. Ece Temelkuran'ı seversiniz veya sevmezsiniz ama kabul etmemiz gerekir ki  Türkiye'nin yaşayan en iyi ve akıllı yazarlarından biri. Yazarın o yıllarda romandaki çocuklarla aynı yaşlarda olması etkiyi artırıyor.






Bu devirle ilgili o kadar kitap yazıldı, film çevrildi ki başlarda çok da değişik şeylerle karşılaşmayacağımı, hatta okurken sıkılacağımı düşünmüştüm. Ama tam tersi oldu, büyük bir merakla kitabı elimden düşürmeden okudum.






Ali, Ankara'nın fakir bir mahallesinde solcuların oturduğu bir yerde yaşamaktadır. Annesi Ayşe'lerin evine temizliğe gider. Bu siyasi ortamın tam ortasındadır, öyle ki faşist diye adlandırdıkları diğer gurup evlerini yakmıştır. Mahallenin devrimci gençleri başta Hüseyin olmak üzere Ali'lere yeni bir gecekondu yaparlar. Ali bu dönemde bütün siyasi terimleri öğrenir ve hafızasına kaydeder.
Ayşe anne ve anneannesiyle beraber yaşadığı bir dönemde evlerine temizliğe annesiyle beraber gelen Ali ile tanışır ve çok iyi dost olurlar. Duydukları bazı sözlerden yola çıkarak birbirlerine bazı çocukça sözler verirler. Örneğin, "kelebekler meclise giremez" diye bir söz duymuşlardır. Ali birgün Ayşe'ye ipek böceği kozalağı getirir. Ayşe mecliste çalışan annesi yardımıyla kozalağı meclise sokar. ( aslında annesinin bu durumdan haberi yoktur ama Ayşe'yi meclise götürdüğü birgün Ayşe kozalakları da gizlice yanına alır) Böylece mecliste kelebekler oluşur.





Asıl büyük hedefleri ise "Kuğulu Park" taki kuğuları kurtarmaktır. Çünkü devrin büyük paşaları kuğuları teker teker parktan aldırıp kendi bahçelerine getirmektedirler. Kuğunun biri kaçıp parka geri gelmek isterken yaralanır. Bunun üzerine kaçmasınlar diye kanatlarında bir kemik kırılmakta ve hayvanlarun uçması engellenmektedir. Bu durum Ali'yi çok üzer, kuğuları kurtarmak için planlar yapar.
Bu arada iki ailenin de başından siyasi  bağlamda birçok olay geçer. Birgün Ali ve annesi, Hüseyin ile gizlice görüşürler ama dönüşte evde polis onları beklemektedir, Hüseyin'in yerini öğrenmek için annesine işkence ederler ve karakola götürürler. Ali bu süreçte Ayşe'lerde kalır. Bir gece karşıdaki Samim'lerin evinden Hüseyin ve bazı gençlerin polisten kaçmak için balkondan atladıklarını ve öldüklerini görürler. Ama Ali onların kuğu olarak gökyüzüne uçtuklarını düşünür.






Romanda büyük bir bölümü de Bülent Ersoy alıyor. :)))) O kadar siyasi ve ekonomik kargaşanın arasında halk Bülent Ersoy kadın mı, erkek mi, ahlaklı mı, ahlaksız mı bunu tartışmaktadır. Hatta bu olay meclise kadar gelir zaman zaman. Yani yaklaşan faşizmin ayak sesleri hissedilmektedir.
Devir unuttuğumuz daha doğrusu unutturulduğumuz bir devrin romanı. Kitapta geçen olayları bire bir hatırladım ve baştan büyük bir üzüntü yaşadım. Ece Temelkuran'ı sevmeseniz bile mutlaka okuyun. Bu önemli devrin dramını öğrenmek ve de Temelkuran'ın edebi yönünü görmek için okumak gerek.



Arka Kapak :



Ben artık susmak istemiyorum. Çünkü insan belki hiç konuşamaz bir kere susarsa. Kuğu gibi dili dışarıda kalır, ses çıkmaz. Ben artık hep konuşacağım."

Bu bir devir romanı. Herkesin zamanı bir başkasına devrettiği hayatta, Ali ve Ayşe'nin beraber kurdukları gizli bir dünya var içinde. Sadece o iki çocuğun gördüğü ve bir tek dilsiz kuğuların bildiği bir yer. O dünyada bugün yaşadıklarımıza asıl biçimini verenler, yani unuttuğumuzu hatırlamadığımız şeyler var... Ece Temelkuran, yalnızca çocuk gözümüzle bakınca hatırlayacaklarımızı anlatıyor. Dilsiz kuğuların dün söylediklerini yarına devrediyor...
(Tanıtım Bülteninden)


İnce Kapak: 

Sayfa Sayısı: 504

Baskı Yılı: 2015


e-Kitap: 

Sayfa Sayısı: 504

Baskı Yılı: 2015


Dili: Türkçe
Yayınevi: Can Yayınları

22 Şubat 2015 Pazar

SENDEN ÖNCE BEN - JOJO MOYES




Zaman aaman bir yerlerde karşıma çıkan ama okuma fırsatı bulamadığım bir kitaptı. Nihayet aldım ve iki günde okudum. O kadar derin bir dram içeriyor ki kitabı en fazla iki günde okumanız gerek yoksa etki alanından kurtulamaz insan. Diyebilirim ki şimdiye kadar okuduğum en etkileyici kitaplardan biriydi. En başta nefis bir çeviri. Ayşe Görür'ü kutluyorum bu güzel çeviri için.










Okurken kitapla beraber yaşadım, dağıldım ve dünyayla ilişkimi kestim. Hele son bölümü çok etkileyici, o kadar ki rüyama bile girdi.





 Orjinal adı, " Me before you ". Eğer kitap okuma alışkanlığınız yoksa bile bu kitabı edinin. Tracy William'ın tanıtım yazısında dediği gibi son bölümü evde okuyun, insanların içinde okursanız kendinizi tutmaya çalışırken bir enkaza dönüşebilirsiniz.






Will doğa sporları yapan, atletik, başarılı bir iş adamıyken bir kaza geçirir ve felç olur. Bir elini hafifçe oynatabilmek dışında bütün vücudu felçli kalır. Birkaç kere intihar girişiminde bulunur. Bunun üzerine annesi bir bakıcı tutar. Bakıcının adı Lou Clark'tır. Lou fakir bir ailenin iki kızından biridir ve çalışmak zorundadır. İstemeye istemeye de olsa bu iş görüşmesine gider ve işe kabul edilir.
İlk başlarda Will, Lou ile devamlı ters gider. Will'in bir de Nathan adında tıbbi yardımcısı vardır. Aslında Will ülkesinde yasal olan ötenazi için başvurmuş ve kabul edilmiştir. Hatta istemeyerek de olsa ailesi de bu durumu kabul etmiştir.
Daha fazla anlatmamayım, şimdi yazarken bile etkisi altına giriyorum. Mutlaka okuyun.

7 Şubat 2015 Cumartesi

İNCİ ARAL - KENDİ GECESİNDE

İnci Aral, Türk edebiyatının yaşayan en güçlü yazarlarından biri. Türk yazarlarının kitaplarını okumanın , çeviri romanlara göre en büyük avantajı, çeviri kötülüğünü yaşamamamız. Bu da kitabı zevkle ve içine girerek okumamızı sağlıyor. Aral bu romanında olayları sırayla anlatmamış ama çok güçlü ve uzun tasvirler var. Bu tarzı sevmeyenler zaman zaman okurken sıkıntı yaşayabilirler.





 
Zengin bir ailenin oğludur Hayali. Sanat eserleri kaçakçılığını meşru sayan bir baba, zengin ve gösterişli bir yaşam hırsıyla babasıyla beraber olmuş bir anne. Ama evli değiller çünkü babası zaten başkasıyla evli. Hizmetçinin telefonda " çocuk zaten piçmiş" sözüyle yıkılan, babasının mesleğiyle aslında utanç duyması ama bu işi yapmak zorunda kalacağını bilmesi, 12 Eylül'ün dayanılmaz siyasi ağırlığı Hayali'yi devamlı hayal kuran ve içine kapanan bir çocuk yapıyor. Karagöz ve Hacivat oyunlarına merak sarıyor ve "Kara" karekterini kendine arkadaş edinip bütün sırlarını onunla paylaşıyor. "Kara" bütün yaşamı boyunca bir gölge gibi yanında olacaktır. Hayali küçükken annesi birine aşık oluyor ve ailesini terk edip kaçıyo r. Hayali için yıkımların büyüğü bu oluyor. Hayali babasının kendi mesleğini devam ettirmesi için baskı yapmasına rağmen tıp fakültesini kazanıp doktor oluyor. Babası bu başarıyı bile küçümsüyor. Okul sonrası Hayali Güneydoğu'da zor şartlar altında askerlik yapıyor.


Askerliği sırasında Hayali bol bol düşünme, geleceği hakkında planlar yapma fırsatı buluyor. Askerden sonra Londra'ya gidiyor.






Burada çok genç ve yakışıklı bir moda tasarımcısı olan Reyan'la tanışıyor ve eşcinsel bir ilişki başlıyor. Bu çarpık ilişki romanda bütün kahramanlar tarafından hatta Hayali'nin babasından bile olaylanıyor gibi.



"Dinle Kara; sana sahilimi, sahillerimi, hayaletlerimi anlatacağım. Bir Doğu şehrinin soğuk hastanesindeki gece nöbetlerini, dağ eteklerindeki pusulardan getirilen parçalanmış genç bedenleri, narin sevgilim Dilda'yı. Aşklarımı, aşksız kalmalarımı, bütün mahrem, muhteşem ya da sefil, yıkım ve umut dolu anlarımı ve zamanla nasıl kirlenip çürüyerek kötü birine dönüşmüş olduğumu."

Aşkı ve düşüşü seçmiş ve uzak kalınmış bir anne, sevgi-nefret ekseninde dokunaklı bir baba oğul ilişkisi. Çocukluğun, ilk gençliğin ve cinselliğin arka bahçeleri. Zoraki kaçakçı Hayali, Londra'daki sürgününde geçmişini sorgularken genç moda tasarımcısı Reyan'la tanışır. Bu iki yaralı ve zor insan rüzgârlı, gölgeli, ama incelikli bir aşka yelken açarlar. İnci Aral bu kez, tanımak istemediğimiz, yakınında, hatta belki içindeyken bile kolay kabul edemediğimiz dünyalara eğiliyor. Reddedilmiş ilişkilerin ve aşkın ayrımsız halinin kendi içinde ne kadar doğal ve derin olabileceğini gösteriyor. Önyargı, tutuculuk ve genel geçer ahlakın köşeye kıstırdığı insanların özel yaşam alanları ve gecelere sığınarak hayaletlere dönüşmelerini anlatıyor. 

Kendi Gecesinde, Doğudan Batıya tüm çelişkileriyle bir Türkiye resmi çizerken kirlenme ve ayrışmalar sürecinde, yaşamın anlamı, mutluluk arayışı ve aşk üzerine okuru derin düşüncelere götüren bir roman. Siyasi ve toplumsal olguları mizahla harmanlayan geleneksel gölge oyunumuz Karagöz-Hacivat ise hikâyenin mozaiği.
(Tanıtım Bülteninden)
Türkçe
360 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 14 x 20 cm 
İstanbul, 2014
ISBN : 9786054927784