31 Mart 2014 Pazartesi

ER MEKTUBU GÖRÜLMÜŞTÜR



Zulüm ve işkenceye kıllarını kıpırdatmadan seyirci kalan eğitimli kişiler; körlükleriyle mi aşağılıktırlar, yoksa vicdanlarıyla mı bilinmez.....                 
                                                                 " George Orwell"



Şubat ayında piyasaya çıkan bu kitabı sevgili Nilgün hediye etti bana, hem de piyasaya çıktıktan bir hafta sonra. Yılmaz Özdil'in " Maltepe'deki Arkadaşlarım" dediği tutsak subaylar için başlattığı destek kampanyasında subaylara yazılan mektuplardan oluşan bir kitap. Türkiye'nin ve dünyanın her yerinden yazılmış duygu yüklü yüzlerce mektup. Çoğu yerini gözlerim dolarak okudum.







Japonya'dan yeni Zelanda'ya, Cezayir'den  Mauritius adasına kadar dünyanın dört bir yanındaki Türk'lerin tutsak askerlerimizi nasıl sahiplendiklerini ve bir çare bulabilmek için düşündükleri inanılmaz yöntemleri okurken duygulanmamak elde değil.







Hele dünkü seçim sonuçlarından sonra Ankara'dan yazan karı kocanın sorduğu soruya hayır demek mümkün mü?






Yukarıdaki mektubun sahibi beyin kanaması geçirip felç kalmış emekli bir edebiyat öğretmeni. Bunun getirdiği hasardan dolayı Türkçesi bozuk gibi gözüküyor ve sol eliyle yazıyor. Anlattığı anı da içeri tıkılan bu subaylarımızın nasıl zorlu bir yaşamları olduğunu gösteriyor.








Bu kampanyayı başlatan Yılmaz Özdil. Yukarıda kitabı tüm esirler adına derleyenlerin isimlerini görüyorsunuz.







Kitabın imza günlerinde tutsak subayların eşleri ve çocukları imzalamış kitabı. Ne kadar zor olmuştur kimbilir.







Güney Afrika'dan bir mektup.








Japonya'dan yazmış bir vatandaş Mustafa Kemal'in nefis bir sözü ve subaylara gönderilen dualar. İsimlerin verilmemesi bu faşist iktidarın mektupaları suç sayıp soruşturma açmaması için.






Bu da Uğur Dündar'ın arka kapak yazısından. Dediği gibi "Kumpas Davaları" ile çok değerli subaylarımız, sanatçılarımız, yazarlarımız hapse tıkıldılar.
Kitap Kırmızı Kedi Yayınevinden çıktı. 301 sayfa. En azından ileride torunlarınıza okutmak için mutlaka okuyun. Teşekkürler sevgili Nilgün bu anlamlı kitabı hediye ettiğin için.

26 Mart 2014 Çarşamba

SICAK KÜLLERİ KALDI - OYA BAYDAR





Oya  Baydar'ın çok eski bir romanı. Ama okumayan varsa Türkçe nasıl kullanılır, edebi eser nedir ; sırf bunları anlamak için okumağa değer. Hani bazı kitapları atlayarak falan okursunuz bu roman o türden değil. Her cümleyi sindire sindire okumak gerekiyor. Aslında zamanında çok işlenmiş bir dönem romanı.1980 darbe öncesi ve sonrası yaşanan olaylar sol görüşlü insanların bakışıyla anlatılıyor.









Roman içinde çok büyük bir aşk da barındırıyor. Ülkü ekonomik durumu iyi olmayan bir aileden gelmektedir, iyi eğitim almıştır ve sol görüşlüdür. Aşık olduğu Murat Arın ise zengin bir ailedendir ve önemli bir bürokrat olmuştur.







Hikaye Paris'te morgda başlıyor. Romanın anlatıcısı da olan Ülkü'nün, " ben bu ölüyü daha önce görmüştüm" cümlesi romanın başlangıcı. Paris'te bir gazetede çalışan Ülkü, bir gün önce basın toplantısını izlediği bir Türk diplomatın cesedini teşhis için çağrılır. Bu diplomat aynı zamanda eski sevgilisi Murat Arın'dır. Ülkü o anda çocukluğuna, İstanbul'da burslu okuduğu Fransız okulundaki gençlik yıllarına gider. Teşhis ettiği sevgilisinin cesedi 1980 darbesi sonrasında Türkiye'den kaçmak zorunda kaldığında annesine bıraktığı oğlunun babasıdır. Aslında birbirlerine aşıkken evlenememelerinin sebebi Arın Murat'ın zengin ve aristokrat ailesinin oğullarına Ülkü'yü layık görmemeleridir. Murat daha sonra alkolik bir kadınla evlenmiştir ve mutsuzdur.








Ülkü Murat Arın'la ayrıldıktan sonra kominist bir liderle evlenir. Ömer eskiden beri Ülkü'yü sevmektedir ve murat Arın'dan olan çocuğu benimser ve kabul eder.
Birgün Arın Murat Ülkü'yü arar, onu Avrupa ülkelerini Türkiye'de demokrasinin gelişmekte olduğunu ikna için yapacağı basın toplantısını izlemeye çağırır. Sonrasında da akşam yemeğine davet eder. Bu aşamada Ülkü aşklarının ilk başlamasından, devamlı gittikleri yerlere, beraber yaşadıklarını ve en son da Murat Arın'ın Büyükada'daki köşklerinde veda gecesine kadar bir yolculuk yapar. Ülkü o gece aralarında aşılamaz engeller bulunduğunu, aşkın bu engelleri aşmaya yetmeyeceğini anlar ve erkenden veda etmeden Ada'dan gider.

Arın Murat basın toplantısında beklenenin aksine Türkiye'deki gerçek durumu, faşist dönemleri, antidemokratik baskıları anlatmaya başlar. Ülkü bu durumda hem şaşırmıştır, hem de kuşkulanmıştır. Bu ikilem içindeyken tekrar eskilere döner, sosyalist harekette sıradan biri olan Ülkü, lider konumundaki kocası Ömer'le geçen zor yıllara gider. İşkencelere , hapishanede geçen zor yıllaradır bu sefer yolculuğu.

Kitabın ara bölümlerinde 1980 darbe sonrası çocuğunu annesine bırakarak ;Moskova'ya kaçan Ülkü'nün kocası Ömer'in yanına gittiğini öğreniyoruz. Çocuğu genç delikanlı olduğu sırada hücre evi diye yapılan bir baskında öldürülüyor. Ülkü Moskova'da kocasının inançlarından kuşkuya düşüyor, zaten büyük bir aşkla bağlanmadığı Ömer'i bırakarak Fransa'ya iltica ediyor.

Konferansın sonrası yemekte Murat Arın, neden ve nasıl bu kadar değiştiğini, gerçekleri daha iyi görmeye başladığını açıklamaya başlar. Ülkü'nün oğlunun nasıl öldüğünü araştırmış, bu tür cinayetlerde devletin ve dolayısıyla kendisinin payını kabul etmiştir. Ancak Ülkü'nün öldürülen oğlunun kendi oğlu olduğunu hala bilmemektedir. Arın Murat dünyanın başka bir yerinde Ülkü ile yeni bir hayata başlamak istediğini anlatırken, Ülkü içindeki bu aşkın bitmek üzere olduğunu hüzünle fark eder. O gece ayrılırlarken Arın Murat mutludur.

Arın Murat gece restorandan çıktıktan sonra öldürülmüştür ve ölümünden önce onu son gören Ülkü'dür. Fransız makamlarının soruşturmasından sonra bu defa da cinayeti araştırmak için Türkiye Büyükelçiliği'ne tanık olarak çağrılır. Burada Murat'ın karısı ve kızı ile karşılaşır.

Ülkü Türkiye'ye döner. Ege'de bir adaya yerleşir.