30 Eylül 2013 Pazartesi

7. SAHAF FESTİVALİ




Beklediğimiz sahaf festivali bugün başladı. Ben kaç senedir takip ediyorum nedense ilk gün çok rağbet görmüyor. Son günlerinde ise insanlar hücum ediyor ve festival süresinin uzatılması isteniyor. İlk günlerde fiyatların uçuk olması en büyük neden bence. Eğer İstanbul'daysanız mutlaka gezmenizi öneririm. Kendinizi zaman tünelinde hissediyorsunuz. Eski kitaplar, gazeteler, kartpostallar, gravürler, 45'lik plaklar, longplayler insanı alıyor başka bir diyara götürüyor. Hele o eski kitapların kokularını hissetmek müthiş bir duygu. Aslında benzer bir paylaşımı geçen sene de yapmıştım ama bu etkinlikler çok önemli yüz defa da paylaşsak yeridir.









Bu festival bu sene aslında Taksim Gezi Parkında olacaktı ama son anda eski yeri olan Tepebaşı'na alındı. Ben Beyoğlu Belediye Başkanından nefret ederim. Bu benim demokrasi içindeki görüşümdür. Adamın adını okuduğum zaman tansiyonum çıkıyor. Ama yapılan iyi bir olayı da takdir etmemek olmaz. Buraya kadar her şey süper. Peki ne oldu da korktunuz da Gezi Parkında yapamadınız. Böyle güzel bir etkinliği kim sabote edebilir? Yazık ya insanına, gençliğine bu kadar güvenmeyen ve de korkan bir anlayış olabilir mi? Halbuki ne kadar yakışırdı ağaçların altında, çiçeklerin içinde bu festival buraya.








Çok eski kitaplar, Osmanlıca eserler.












Kartpostallar, fotograflar. Ya anlamadığım bir şey oldu burada  birisi bu fotografları sahafa satmış. Biraz dikkatli bakınca görmüş geçirmiş bir bir aile belli ki. Ve gene belli ki aile büyükleri ölünce bu anı belgeleri sahafa kadar düşmüş. Saklamaya niyetiniz yok yırtın, yakın falan. Üç kuruş para için satılır mı bunlar. Çok üzücü çok.








Ne alrsan 5 tl. dükkanı. İnanılmaz yerli ve yabancı yayın var. Herhalde ilk günlerde tükenecek her şey bu dükkanda.








Çok eski Cumhuriyet gazeteleri, eski kitaplar.








Festival alanından yeme içme yerleri. Her türlü ihtiyacınız düşünülmüş. Ama ilk gün dediğim gibi fazla rağbet yok. Ama son haftasını da bildiğim için bu boşluğa takılmadım tabii.








Bu da başka bir köşe. Yeni ve eski kitaplar iç içe.








Gene eski kitaplar. Sağ üste Galatasaray tarihi birinci cilt. Almak istedim ama çok para istiyorlar. Bakalım belki kalırsa son günlerde fiyatı düşer diye umut ediyorum. :))








Veeeee imparator askerde. Askerlik yapmayanlara kapak olsun. :)))) Herhalde 70'li yıllar bu fotografı dün gibi hatırlıyorum.








Neredeyse 100 yıllık bir Galatasaray Lisesi yıllığı. Biraz inceledim içinde fıkralar, yatakhane etkinlikleri, hocaların takma adları, çekilen kopya metodları çok ilginçti. :))))









O zamanlarda da gündem çok farklı değilmiş. :))








Gene her şeyin 5 tl. olduğu başka bir dükkan. Dikkatli incelenince çok güzel kitaplar var her konuda.








Ayraçlar çeşit çeşit. Hem de 50 kuruş.








Bu da karışık her dönemden, her konudan kitapların olduğu bir dükkan.








İşte tam bir nostalji köşesi. Gıcık, Akbaba, Mikrop ne dergilerdi. Hele Akbaba.







Kitapların bu halini çok seviyorum. Evde de böyle olması bana huzur veriyor. :))







Bugünlük bu kadar. Eğer yakınlarda bir yerlerdeyseniz mutlaka ziyaret edin bu fuarı.

24 Eylül 2013 Salı

SEVMENİN ZAMANI Liz Behmoaras




1940 lı yıllar. Savaştan çıkmış bunun getirdiği bir sürü olumsuzlukları yaşayan ama yeni bir savaşın eşiğinde olan Türkiye. Romanda kendi çıkarları uğruna savaşan ülkelerdeki sıradan vatandaşların bu durumdan ne kadar kötü etkilendikleri çok güzel anlatılıyor. Bu arada Tıp Fakültesi öğrencisi başarılı bir Türk gençle, Frida adında aynı fakültede okuyan Rus asıllı Yahudi bir ailenin kızı arasındaki büyük aşka tanık oluyoruz. Ülkedeki ırkçı eylemler ve bu düşüncenin yayılması bu aşkı da etkiler. Frida'nın ailesi kızlarının Yahudi gençlerle evlenmesini istemekte ve bu konuda hiç taviz vermemektedirler.







Bu kargaşalıkta İsmail okuldan mezun olur ve askere gider. Frida ise bu aşkını ailesine bir türlü anlatamamaktadır. İsmail askerden döndükten sonra Frida'ya evlenme teklif eder. Ama Frida'nın babası eğer evlenirlerse kendisini evlatlıktan reddedeceğini söyler. Bu arada Frida'nın babası ve kız kardeşi Emma'nın ırkçı politikalar yüzünden sınır dışı edilmesi her şeyi alt üst eder. Frida bundan kendisini sorumlu tutar ve İsmail'den ayrılmaya karar verir.
Romanda hem savaşın sebep olduğu yıkımlara şahit oluyoruz, hem de din ayrılığı dolayısıyla kültür ayrılığının kahramanlarımızı soktuğu çıkmaz durumu görüyoruz.








Yazar romanda savaş yüzünden sadece yıkımları değil, bunların insanların hayatlarına soktuğu yeni oluşumları da çok detaylı anlatmış. Mafyanın türemesi, Varlık Vergisi, karatmalar, sıkıyönetim, sürgünler. Roman İstanbul'un birçok semti ve Ankara gibi çok çeşitli yerlerde geçiyor. O dönemdeki eğlence yerleri, kültür hayatı gibi sosyal  yaşamda romanda bolca var. Ayrıca Tıp öğrencilerinin eğitim süreçleri, ameliyatlar bayağı detaylı anlatılıyor bu da romana bilimsel bir bakış açısı sağlıyor.
İki genç ikisi de haklı ama hak ettikleri gibi bir yaaşam süremiyorlar.


Liz Behmoaras
Yazar Hakkında
1950 yılında İstanbul’da doğdu. Çeşitli yayınevlerinde çevirmenlik, yerli ve yabancı yayın kuruluşlarında serbest gazetecilik yaptı. 1986-1996 yılları arasında Şalom gazetesinin kültür servisinde editör olarak çalıştı. Bu sırada Nokta dergisi, Yeni Yüzyıl ve Cumhuriyet gazetesi, ayrıca Liberation, L'Arche ve Tribune Juive adlı Fransız gazetelerinde yazılar yazdı. 
Türkiye'de Aydınların Gözüyle Yahudiler, Kimsin Jak Samanon?, Yüzyıl Sonu Tanıklıkları, Mazhar Osman, Suat Deviş ve Bir Kimlik Arayışının Hikâyesi başlıca eserleridir.

Arka Kapak:

Sevinç içinde olduğumuzda gözyaşlarını aklımıza getirmemiz zordur, keza dans ederken matemi göze almak ya da etrafımızda her şey yıkılırken her şeyin yeniden inşa edilebileceğini hayal etmek... Zaman insanoğluna armağanlar sunan bir hazine değildir. Hiçbir dakikasının içinde bir şey yoktur. Her dakikası, insanoğlu onu ne yapacaksa sadece odur. Ve böylece içkindir zaman, her var olanın zerresinde. Zaman bize hediye edilmiş boş bir defter gibidir, ne yazılırsa o okunur.
1940’lı yılların ilk yarısı… Dünyanın kaderini değiştiren, yaşamları altüst eden ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı İkinci Dünya Savaşı yılları…
Her şey yıkılır, insanlık savaşın, hoşgörüsüzlüğün girdabına kapılmış akıl almaz bir hızla yok oluşa doğru sürüklenirken, ikisi de İstanbul Tıp Fakültesi’nde öğrenci, biri Müslüman diğeri Yahudi, iki genç aşka düşerler.


21 Eylül 2013 Cumartesi

SIĞIRCIĞIN İNTİHARI - DOĞAN ERDEM

Okunması gereken ilginç bir kitap. Gezideki kütüphaneden hatıra kaldı bana. :((  Kitapta iki roman iç içe. Özer'in hikayesi ile, M.Barlett'in kendi hikayesinin anlatıldığı iki kısımdan oluşuyor. Özer İstanbul'da kötü durumdaki şirketlerin bu durumundan sonuna kadar faydalanan ve bunu çeşitli yerlerde kul lanan biridir. Parası vardır ve büyük şehirlerde yaşamanın getirdiği bütün çarpıklıkları yaşar. Yaşamından memnundur.








Fakat bir gün işinden kovulur ve büyük bir boşluğa düşer. Bu sırada doğduğu kasabadan arkadaşı Cemil, kasabalarına gitmeyi teklif eder. Giderler veCemil burada babasıyla, eski aşkıyla, ölen annesiyle ve kasaba yaşamıyla istemese de yüzleşmek zorunda kalır. Bu yüzleşme tekrar İstanbul'a dönmesinin zor olduğunu ona kabul ettirir.









Romandaki ikinci hikayede ölümcül hastalığa yakalanmış insanların bu gerçekle yaşamaktansa eli ayağı tutarken intihar ederek onurlu bir şekilde ölmeleri gerektiği temasını işler. Yazar Fransa'da yaşamaktadır ve bu düşüncesinden ötürü akıl hastanesine yatırılmak istenmektedir. Bu düşünce ilk hikayedeki Özer'in sonunun da belirleyicisi olur.
Özer'in annesi intihar etmiştir. Özer geçmişini silmek istese de artık geri dönüş yoktur. Kendi öz yaşamını değiştirme gücüne sahip olamadığı noktada geriye intihar etmek kalmıştır. İstanbul'a yerleşerek büyük şehirlerdeki sorunlar olan sevgisizlik ve yalnız kalmışlığın ceremesini çekmiştir.
 




Yazarlar kimi şehirlere sahip çıkar, şehirler de yazarların adlarıyla özdeşleştirilirler. İstanbul'u da sahiplenenler olmuştur elbet; ama, yazın dünyasının sahiplendiği şehirlere öfke taşıyanlar da vardır. Büyük şehirlerin tümüne duyulan öfkedir aslında bu. 

Modern dünyanın, nasıl içimizi boşalttığını, bizi soğuk ve yalnız bir insan müsveddesine dönüştürdüğünü betimlerler. Doğan Erdem bu manada İstanbul'la cebelleşmeyi seçiyor. Küçük bir kasabada, modernitenin kapıları zorlamadığı sade bir dünyada, kendimizin farkına vararak yaşama hevesini depreştirmeyi yeğliyor. Ama yazar bu seçiminde de huysuz ve aksi...

Doğan Erdem, roman kahramanı Özer'i çocukluğunun travmalarını anımsayacağı, küllenen acılarını ortaya çıkaracağı bir yere taşımayı seçiyor. Yorulmuş bir şehirli için kalan tek umudu; yani ücra bir kasabada, içine dönüp kendini keşfederek yaşayabilme beklentisini de yok etmeyi, okuyucusunu umutsuzluğa sürüklemeyi tercih ediyor yazar. 
Şehrini taparcasına sevenlerle, taşrayı sade ve ruh yüklü bulanları kızdıracak kadar ileri giden bir roman oluyor en sonunda "Sığırcığın İntiharı..."

Doğan Erdem, şehirlerin nimetlerinden ustaca faydalanmayı bilen, küçük kasaba düşleri kurup hala saf olduğunu düşünen toplumsal bir kesiti öfkelendirecek, uygunsuz, rahatsız edici, sorgulayan bir roman koyuyor önümüze. 

Hiçbir satırını atlamadan okuyun. Sizi anlatan her tümcenin altını çizin. Her korkunuzla yüzleşin. Umudu umutsuzlukta aramayı deneyin. Olacak.

"Memleket denilen şey bir yere ait olmanın sonucudur ve ben bu yaşa değin hiçbir yere memleket demeyi beceremedim. Ait olmak tutsaklıktır, diyordum soranlara. Oysa bazen kendimi dahi inandıramadığım bana saçma sapan gelen bir laftı. Bir yere ait olmayı çok isterdim aslında. Caddelerinde yürürken tanıdığım, çekinmeyeceğim, kendimi kollamak zorunda olmadığım insanlara rastladığım bir yere... Üstümden yağmur boşalırken sığınacağım bir saçak altı kadar korunaklı duyumsayacağım bir yere..."
(Tanıtım Bülteninden)
Türkçe
240 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 14 x 21 cm 
İstanbul, 2010, 1. Basım
ISBN : 9786055711177
Yayın Yönetmeni : Nurettin Hacıkurtiş
Sayfa Tasarımı : Atiye Irmak
Kapak Uygulama : Serkan Sinay
Kapak Tasarımı : Yunus Karaaslan
Editör : Ece Özbaş Korkmaz